Uzayan Cümleler 3



ayer fui 
dün gittim

ayer fui a la casa 
dün eve gittim

ayer fui a la casa de cumali 
dün cumali'nin evine gittim


ayer fui a la casa de cumali para hablar 
dün cumali'nin evine konuşmak için gittim

ayer fui a la casa de cumali para hablar con él 
dün cumali'nin evine onunla konuşmak için gittim

Eyy Artikel, Beni Çıldırtma ve Artık Kendine Gel!

artikeller (tanım edatları) konusu ispanyolcaya yeni başlayanların en fazla zorlandıkları konuların içinde kendilerine kolay yer bulan gramatik varlıklardır. basitçe söylemek gerekirse artikellerden kasıt kelimelerin önünde kullanılan el, la, los, las (belirtili tanım edatı) ve un, una, unos, unas (belirtisiz tanım edatları) gramatik varlıklarına verilen addır. bu varlıklar sayesinde isimlerin cinsiyeti ve sayısı hakkında bilgi sahibi oluruz, söz konusu isimlerin bilinirliği, özel oluşu, belirli oluşu veya bilinmezliği, genel oluşu, belirtisiz oluşu hakkında bilgi sahibi oluruz. yani bir insan bize el coche dediğinde; araba kelimesinin eril olduğunu ve belirli bir arabadan bahsedildiğini vb. durumları anlarım.

pandoranın kutusu açılıyor! 


artikelleri, kullanıldıkları nesnelere bakarak anlama veya belirleme şansı olmadığı için yeni kelimelerin artikelleriyle birlikte ezberlenmesi gerekir. bazı genel kurallar vardır, bunlardan en popüler olanı a ile biten kelimeler için genellikle dişil (la), o ile biten kelimeler için genellikle eril (el) tanım edatının kullanılmasıdır. yukarıdaki cümlenin "bu cümlede bu kısım olmasaydı daha iyiydi" dedirten kısmı "genellikle" zarfıdır. istisnalar tam da burada başlar zira ispanyolca bütün kelimelerin o veya a ile bittiği bir dil değildir hatta bütün o ile biten kelimeler eril ve bütün a ile biten kelimeler dişil değildir. gramerin burada gözünü size dikip "her gördüğün sakallıyı deden sanma" demesi moralinizi bozmasın. zira bu örnek ve genelleme üzerinden ilerlediğimizde karşımıza çıkan sakallıların yüzde doksan oranında dedemiz çıkma ihtimali var. (küsüratsız sayı verdim, salladığım anlaşılmamıştır umarım. bu oran tam olarak doğru değilse de yakındır. aşağıdaki bağlantıda a ile biten isimlerin bir listesi verilmiş. sanırım bu a - dişil korelasyonu kadın isimlerinin çoğunun a ile betmesinde de etili olmuş. isimler, dillerin önemli bileşenleridir ve diller hakkında verdikleri bilgiler değerlidir. ispanyolcada a ile biten kadın isimlerinin çoğunu sondaki a harfini atıp o ekleyerek erkekler için kullanabiliriz. maria-mario, alejandra-alejandro, julia-julio, patricia-patricio, adriana-adriano... bu durum bizde arapçanın etkisiyle "iye" ekiyle kendini göstermektedir; şükrü-şükriye, vasfi-vasfiye, zeki-zekiye, kadri-kadriye, nuri-nuriye, hayri-hayriye, sabri-sabriye, fikri-fikriye, hüsnü-hüsniye, avni-avniye, ali-aliye,  şaban-şabaniye)

http://www.palabrasque.com/buscador.php?f=a&d=26


fakat bazı kelimeler a ile bitmesine rağmen el artikeli veya o ile bitmesine rağmen la artikeli alabiliyor. bu düzensizlik durumun geçerli olduğu en önemli, en çok karşılaşılan kelimeler şunlardır:

a ile bitmesine rağmen eril olanlar
el día - gün
el problema - problem
el idioma - lisan, dil
el sistema - sistem
el fantasma - hayalet
el diploma - diploma
el poema - şiir
el programa - program
el drama - drama,
el mapa - harita
el planeta - gezegen
el poeta - şair (bu noktadan itibaren yzacağım meslek isimleri dişiller ve eriller için sadece artikel değiştirilerek kullanılabilir yani el poeta erkek şairken la poeta dediğimizde kadın şair oluyor.
el florista - çiçekçi
el guía - rehber
el espía - ajan
el cura - rahip (la cura bir önceki parantezde belirtilen kurala da istisnadır zira el cura kelimenin artikelini la yaparak rahibe diyemiyoruz. istisnalar, istisnalar ve daha fazla istisnalar)

o ile bitmesine rağmen dişil olan kelimeler
la mano - el
la libido - libido
la foto - fotoğraf (bu ve bundan sonra yazacağım kelimeler aslında a ile bitiyor fakat kısaltma halleri bu şekilde oturduğu için bu formda kullanılıyor. yani ispanyol la fotografia dememek için la foto diyor)
la moto - motor (la motocicleta'dan kısaltma)
la radio - radyo




bunun yanı sıra bazı kelimelere bu kadar istisnai durum yeterli gelmemiş olacak ki ekstradan kurallar edinip kendilerini tanınmaz hale getirmişler, öğrenenlerin kafasında ekstradan sorular üretmek için ellerinden geleni ardlarına koymamışlardır.

vurgulu a veya ha ile (h okunmadığından doğal olarak yine vurgulu a ile) başlayan bazı femenino (dişil) kelimeler artikel konusunda sıkıntı çıkarmakta ve tekil durumda başka bir artikel çoğul durumda başka bir artikel almaya, tekil durumda temsil ettiği ismin ardından gelen sıfata uymamaya çalışmaktadır. bu kafası karışık kelimelere nezaketle yaklaşmak, sorunlarını anlamayı denemek ve sıkıntıyı, daha fazla büyümeden, çözüme kavuşturmak gereklidir. önce bu kelimeleri birkaç örnekle tanıyalım ve faaliyetlerini yukarıdan gözlemleyelim.




agua: su 

aşağıdaki linkten ispanyolların tdk'si olan rae'nin su ile ilgili sayfasına ve sayfada verilen tanımlardan önce konularak cinsiyet bildiren harflere bakalım (kelimenin tanımından önce parantez içinde italik olarak yazılan m harfi masculinoyu, f harfi femeninoyu temsil eder)

http://dle.rae.es/?id=1BKpQj3

görüldüğü üzere kelime femenino yani dişildir ve la artikeline ihtiyaç duymaktadır. şimdi bir de aşağıdaki cümleyi okuyalım:

el agua caliente cuenta con muchos beneficios
sıcak su çok fazla faydaya sahiptir

bu cümlede el artikeli kullanımı agua kelimesindeki a'nın vurgulu bir harf olmasından kaynaklanmaktadır. şimdi aynı cümlenin sıfatını "ılık" yani "tibio" olarak değiştirelim.

el agua tibia cuenta con muchos beneficios
ılık su çok fazla faydaya sahiptir

dikkat ederseniz sıfatın tibio (eril-el) değil tibia (dişil-la) için gerekli hali kullanıldı. bu cümle tamamen doğrudur. tekil durumlarda artikel el bile olsa ismin cinsiyeti aslında değişmediği, sadece fonetik nedenlerle la şapkasından kısa bir süreliğine vazgeçip el şapkasını taktığı için, sıfatı hala etkilemekte ve kendisine uydurmaktadır. olması gereken budur. kısa süreliğine giyilen el şapkası çoğul durumlarda yeniden çıkarılıp la şapkası kafaya geçirilir.

el agua tibia: ılık su
las aguas tibias: ılık sular

agua kelimesi çoğul olduğunda kendi artikeline yeniden kavuştu. aşağıda bu kurala (kuralsızlığa) bağlı olan ve en sık kullanılan kelimeleri yazacağım. ezberlemek yararınıza olacaktır.

el área- bölge, alan
el hacha - balta
el alma - ruh
el águila - kartal
el arma - silah
el aula - sınıf, derslik
el arte - sanat

el arte için istisnanın istisnasının istisnası

arte poética tanımlaması hariç olmak üzere bütün tekiller eril olarak kullanılır sıfatlar da eril kuralına göre eklenir. çoğulların tamamı dişil kullanılır.

el arte gótico (dikkat edilirse gótica olmadı - gótico olarak kaldı)
el arte refinado 
el arte agipcio 

las artes escénicas 
las artes plásticas.


benden bu kadar, son sözü devlet bahçeli'ye bırakıyorum :)





İspanyolca Fiiller - Jubilarse

jubilarse fiili emekli olmak, emekliye ayrılmak anlamına gelmektedir. aynı anlama gelecek şekilde retirarse fiili de kullanılabilir. refleksif (dönüşlü) çekime sahip olan jubilarse fiilini önce haber kipi geniş zamanda (presente de indicativo) çekelim, ardından birkaç örnek cümle yazdıktan sonra etimolojisine de bir göz atalım.

conjugación - çekim

jubilarse
-------------
me jubilo
te jubilas
se jubila
nos jubilamos
os jubiláis
se jubilan

ejemplos
----------
tú sabes que cuando una persona se jubila de su trabajo empieza a aburrirse mucho
bir insanın emekli olduktan sonra çok sıkılmaya başladığını biliyorsun*

ya tienes casi setenta años, ¿por que no te jubilas? 
artık neredeyse yetmiş yaşındasın, neden emekliye ayrılmıyorsun?

el año que viene me jubilare y empezare a hacer lo que me de gana
gelecek yıl emekli olacağım ve canımın istediğini yapmaya başlayacağım




fiilin gündelik dilde farklı kullanım alanları

türkçede olduğu gibi, ispanyolcada da birçok fiil farklı anlamlar, benzetmeler ve imalar için kullanılabilir. emekli olmak, emekliye ayrılmak fiili bu duruma bir istisna değildir. aşağıdaki örneğe bakalım.

¿por que no te jubilas ya de tu novio?
bu örneği birebir çevirirsek neden artık sevgilinden emekli olmuyorsun cümlesiyle karşılaşırız. sevgilinin bir işe, ayrılmanın ise emekliliğe benzetildiği bir cümle kurulmuş. benzer durumu aşağıdaki örnekte de görebiliriz.

su abuelo ayer se jubiló de la vida
dedesi dün hayattan emekli oldu

bu cümlede ima yoluyla bir kişinin dedesinin öldüğü bildiriliyor aslında. 



gelelim işin etimoloji kısmına. jubilarse fiili latince kökenlidir. ispanyolcanın yüzde yetmişinin latince kökenli kelime ve fiillerden teşekkül olduğu bilgisini araya sıkıştırarak yazıya devam edelim. latince jūbĭlāre fiili sevinçle bağırmak, sevinç nedeniyle çığlık atmak anlamına gelir. gözünü sevdiğimin latinleri artık ne adar zor koşullar altında çalıştılarsa emekli olmak için bu fiili uygun görmüşler. ingilizcedeki "to retire" fiili eski fransızca "retirer" fiilinden türetilmiştir. 

biz çocukken iş bitiminde sevinç çığlıkları atan bir kahramanın maceralarını her gün izlerdik. hatırlayalım mı? buyrun;






türkçede emekli olmak fiili emek kökünden türetilmiştir. orhun yazıtlarında geçen "ok bodun emgek körti" cümlesi bugüne kadar izi sürülebilinen en eski kullanımdır. emgek kelimesi zahmet, eziyet anlamında kullanılmakta ve "ok boyunun zahmet görüğünü/çektiğini", yani çok emek sarfettiğini anlatmaktadır. bunun yanı sıra güncel olarak türkçede "jūbĭlāre" kelimesinden türetilmiş bir kullanım mevcuttur. sporla ilişkili olanlar bu kelimeye aşinadır. sporcuların mesleklerini bırakacakları yani emekliye ayrılacakları son maç için "jübile maçı" tanımlaması kullanılmaktadır.

bugünlük bu kadar. emekliliğin bu topraklarda da sevinç çığlıkları attıran bir olgu olması dileğiyle yazıya son veriyorum. yabadabadu diye bağırma sırası bende yani :) 




* çok beğenilen ve beyaz perdeye aktarılan "el secreto de sus ojos (gözlerindeki sır)" romanı emekliye ayrılan ve canı çok sıkılan chaparro'nun başından geçenleri konu almaktadır. arjantinli yazar eduardo sacheri'nin kitabının ilk sayfalarında chaparro, emekliye ayrılırken sevinen, "artık yapmak istediğim fakat zaman bulamadığım her şeyi yapacağım" diyerek ofisi terkeden ama çok değil iki üç hafta sonra ezilmiş, parçalanmış ve umutsuz bir şekilde geri dönmeye çalışan emeklilerden ve bir çeşit emeklilik fobisine yakalanan iş arkadaşlarından bahseder. kitabı okumanızı, bu mümkün değilse, filmi izleminizi tavsiye ederim. film altyazılı olarak malum ortamlarda da bulunmaktadır. tabi paranız varsa orijinal dvd satın almanız en doğru yoldur.






Kavramlar - Omisión de Socorro

hukuki bir terim olan omisión de socorro, mot a mot çevrilirse "yardım ihlali" anlamına geliyor. bu hukuk kavramı; yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmemek, yardım etme görevini ihlal etmek anlamlarına geliyor. gündelik dilde omisión de socorro olarak kullanılan kavram, yasal dokümanlarda "la omisión del deber de socorro" olarak geçiyor yani "yardım etme sorumluluğunun/görevinin ihlal edilmesi".

bu yasa, "herkese, her koşulda yardım etmek zorundasınız" anlamına gelmiyor. ilk olarak yardıma ihtiyacı olan kişiye yardım edebilecek durumda olmanız ve yapacağınız yardım nedeniyle herhangi bir zarar görmeyecek olmanız da gerekiyor. örnek vermek gerekirse, araçla bir hayvana veya insana çarpıp kaçmak bu kavramın alanına giren bir durumdur. yani hem çarpma hem de kaçma ayrı ayrı suçlar teşkil eder.

birkaç gazete linki paylaşarak omisión de socorro kavramını yaşanmış birkaç olayla sonlandıralım.


1- aşağıdaki linkte, bisiklet kullanan bir insana çarpıp kaçan bir kamyon şoföründen bahsediliyor.

https://politica.elpais.com/politica/2017/05/17/actualidad/1495017111_513836.html


2- bir sonraki bağlantıda kayak yaparken hayatını kaybeden bir kadının yanında bulunan kişilerin, bu yasaya uymamakla suçlandığı yazıyor. şöyle ki, üç kişi kayak yaparken çığ düşüyor. kadın gözden kayboluyor. yanında bulunan insanlar ilgililere hemen haber vermeyip kendi imkanları dahilinde kadını arıyorlar. bu arama çalışmaları iki saat sürüyor fakat kadını bulamıyorlar. bu iki saatin sonunda bilgi alan yetkililer kayıp kadına on dakika içinde ulaşıyorlar ve hastaneye yetiştiriyorlar ama kadıncağız hastanede hayatını kaybediyor. iki saat önce haber vermemeleri de bir yardım ihlali olarak değerlendiriliyor.

https://elpais.com/ccaa/2013/12/27/catalunya/1388148987_631394.html

3- alttaki bağlantı 2009 yılında yaşanan bir olayın haberi. bu olayda bir otobüs şoförü omisión del socorro ile suçlanıyor. 12-13 yaşlarında çocuklar bir okul etkinliğinden ayrılıp evlerine dönmek üzere otobüse biniyorlar. erkek çocuklar, otobüsteki iki kız çocuğunun etrafını sarıyor ardından kızların ellerini ve ayaklarını bağlayarak taciz etmeye başlıyorlar. yarım saat süren otobüs yolculuğu boyunca şoför herhangi bir müdahalede bulunmadığı için hakkında dava açılıyor.

https://elpais.com/diario/2009/10/29/madrid/1256819054_850215.html


son örnek biraz daha farklı olsun. aşağıdaki görselde superman'ı bir omisión de socorro suçu işlerken görebilirsiniz.

Superman
Dünyayı bir kez daha kurtarırken

not: ne çektiniz be justin beiber hayranları.

İspanyolcaya Farklı Çevirilen Film İsimleri

yabancı film isimlerinin türkçeye çevirilmesi meselesi her zaman eğlence /mizah konusu olmuştur. bu duruma, doğal olarak, ispanyolca konuşulan ülkelerde de rastlamak mümkün. bazı bilindik filmlerin ispanyolcaya çevirisi ve filmlerin ispanyolca çevirisinin türkçeye çevirisini aşağıya yazalım.

orijinal adıeternal sunshine of the spotless mind
ispanyolca çevirisi: ¡olvídate de mí! (unut beni!)















orijinal adı: hangover
ispanyolca çevirisi: ¿qué pasó ayer?
(dün ne oldu?)






















orijinal adı: weekend at bernie's
ispanyolca çevirisieste muerto está muy vivo
(Bu ölü oldukça canlı)






















orijinal adı: the nightmare before christmas
ispanyolca çevirisi: el extraño mundo de jack
(jack'in garip dünyası


























orijinal adı: home alone
ispanyolca çevirisi: mi pobre angelito
(benim zavallı meleğim)

























orijinal adı: brokeback mountain
ispanyolca çevirisi: secreto en la montaña
(dağdadaki sır)


























orijinal adı: lost in translation
ispanyolca çevirisi: perdido en tokio
(tokyo'da kaybolan)

























ekstralar. bunların türkçe çevirilerini de siz yapmayı deneyin.




















































İspanyolca - İngilizce - Türkçe Cümleler - I


bu çalışmada aynı cümlenin üç dilde alt alta yazılmasıyla oluşturulan bir trilingual - üç dilli - pratik çalışmasıdır. cümleleri alt alta okuduktan sonra arasından seçeceğiniz en az on cümlenin benzerini yazarak yeni cümleler üretmeyi denerseniz çalışma daha verimli olacaktır. yazdığınız (ürettiğiniz) cümleleri bana ispanyolcadefteri@hotmail.com adresinden yollarsanız gerekli düzeltmeleri yapıp size geri dönüş yapabilirim. 

herkese kolay gelsin. empezamos (başlıyoruz):


 ---------
why couldn't you come yesterday?
¿por qué no pudiste venir ayer?
dün neden gelemedin?

---------
why did you buy a car like this?
¿por qué compraste un coche así? 
neden böyle bir araba satın aldın?

---------
 why did you make such a mistake? 
¿por qué cometiste un error así? 
neden böyle bir hata yaptın?

--------- 
why did you spend all the money? 
¿por qué gastaste todo el dinero? 
neden paranın tamamını harcadın?

---------
why did you turn down his offer? 
¿por qué rechazaste su oferta? 
onun teklifini neden geri çevirdin?

---------
I don't want to cook. 
no quiero cocinar. 
yemek pişirmek istemiyoru.

---------
I don't want to know. 
no quiero saber.
bilmek istemiyorum.

---------
I don't want to know it.
no quiero saberlo. 
(onu, o şeyi) bilmek istemiyorum.

---------
I don't want to lose.
no quiero perder. 
kaybetmek istemiyorum (kim ister ki)

---------
I normally don't lie.
yo normalmente no miento.
normlde yalan söylemem.

---------
I don't remember you. 
no me acuerdo de ti. 
no te recuerdo. 
seni hatırlamıyorum (üstteki iki ispanyolca cümle de aynı anlama geliyor)

---------
I don't see anything. 
no veo nada. 
hiçbir şey görmüyorum.

---------
I don't speak german. 
no hablo alemán. 
almanca konuşmuyorum.

---------
I don't trust anyone. 
no confío en nadie. 
hiçkimseye güvenmiyorum ( güvenmek fiili edat isteyen fiillerdendir bu tarz fiillerle ilgili bir yazı için buraya tıklayabilirsiniz)

---------
I don't use facebook.
no uso facebook. 
facebook kullanmıyorum.



Bir Barbar Bir Barbara, Bre Barbar Gel Barabar Roma'yı Yıkalım Demiş

milattan önce dokuzuncu yüzyılda kurulan roma şehir devleti güçlenip genişlemiş ve akdenizin tamamını içine alan bir imparatorluğa dönüşmüştür. imparatorluk öylesine büyüktür ki akdenizin bütün kıyıları roma'ya ait olduğundan, bu denize romalılar, mare nostrum (yani mar nuestro, yani bizim deniz) adını vermiştir.* 

roma imparatorluğu ve mare nostum veya mar internum (iç deniz) olarak adlandırılan akdeniz

bu kadar büyük güç belasız olmaz tabi, romanın belası milattan sonra beşinci yüzyılın başlarında şiddetlenen barbar istilasıdır. asya steplerinden gelen hunların baskısıyla yer değiştirmek zorunda kalan barbar kavimler roma imparatorluğunun içlerine doğru istilalar başlatmış, roma bu istilalar karşısında daha fazla direnemeyerek yıkılmıştır.**

roma yağmalanırken, tabloya bakılırsa, erkeklerin savaşında olan yine kadınlara olmuş diyebiliriz

yukarıda yıldızla işaretlediğim hususları sıkıcı dipnotlar olarak aşağıda açıklamak üzere bir tarafa bırakalım ve barbar kelimesinin kökenine inmeye, bu sayede toplumlara ve dillere açılan küçük pencerelerden bakmaya çalışalım. öncelikle barbar tanımlamasının temelinde hayat tarzı değil dil olduğunu belirtelim. barbar kelimesi grekçedir. pejoratif yani küçük görücü, küçümseyici, kötüleyici bir yakıştırmadır. yunanlar (yunanlılar değil) latince ve grekçe konuşmayanlara barbar adını vermiştir. yunanlıların verdiği bu kelimenin bire bir çevirisi "geveleyen", "ne dediği anlaşılmayan" kişidir. güncel olarak ingilizcede bulunan "bla bla" kullanımıyla benzeştirilebilir. bla bla eden, bar bar bir şeyler anlatan ama ne dediği anlaşılmayan insanlardır barbarlar. yani bizim kavimler göçü olarak adlandırdığımız *** başkalarının barbar istilası dediği tarihin seyrini değiştiren ve avrupa'nın bugünkü halini almasını sağlayan tarihi olayın kahramanları her önüne geleni yakıp yıkan, elinde baltayla, topuzla ortalığı kan gölüne çeviren insanlar değil, dönemin en büyük iki medeniyetinden (kendi bakış açılarına göre) birinin dilini konuşamayan insanlardır. bazı kaynaklar, roma içlerine giren insanların savaşçı olmadığını, yine göç eden bu insanların yaşam alanı arayışında olduğunu, çoğunun silahsız olduğunu iddia etmektedir.

daha sonra silahlanıp, barbar kelimesinin günümüzde kullanılan anlamda kullanılmasına neden olacak faaliyetler yapmışlar mıdır, evet. hem de nasıl! fakat bu yazının konusu barbar konan filminin analizinden ziyade, kelimenin etimolojisine bakmak ve toplumlar - diller ilişkisini, internetin, google translate'in bulunmadığı dönemlerde yan yana gelen toplumların birbirlerini tanımlama şekline bir bakış atmaktır.

bu noktada barbar istilasını ve kavimler göçünü birkaç yüzyıl geçelim (tarihte böyle bir seçeneğimiz var, hoop ileri saralım ve hakkında konuşalım. keşke gelecek için de ileri sarma opsiyonumuz olsaydı) ve müslümanlığın ilk yıllarına dönelim. fetihlerin kuzey afrika'ya doğru uzandığı bu yıllarda islamı en hızlı kabul eden milletlerden biri, imaziyen dilini konuşan amazigh milleti olmuştur. fakat araplar bu milletin dilini anlamadıklarından, grekçeden aldıkları barbar kelimesini modifiye ederek berberi yakıştırmasını yapmıştır. amazigh kelimesi imaziyen dilinde "özgür insan" anlamına gelmektedir. fetihten önce kendilerine özgür insanlar adını veren bu topluluk fetihten sonra yapılan barbar yakıştırmasına pek alışamadıklarından ve araplar tarafından ikinci sınıf müslüman olarak görüldüklerinden olsa gerek, isyanlar başlatmışlardır fakat bu yazının konusu amazigh isyanları ve sonuçlarını kapsamamaktadır. 

berberiler ve araplar arasındaki ayrım oldukça belirgin olmasına rağmen bu iki topluluk birbiriyle sürekli karıştırılır. yazılarını karşılaştırmak için aşağıdaki resme bakabilir ve aradaki belirgin farkı görebilirsiniz. güncel olarak ispanyada berberi anlamına gelen bereberi kelimesi yerine amazigh kelimesinin kullanılması yönünde ciddi bir eğilim vardır.

üstte arapça ortada imaziyen dili yani berberi dili, fark belirgin

aztekler, ne dedikleri hakkında herhangi bir fikre sahip olmadıkları komşuları için popoloca kelimesini kullanmışlardır. bu kelime kendi dillerinde (nahuatl dili) "po po bir şeyler geveleyen insanlar" anlamına gelmektedir.

tarih boyunca insanlar, anlaşamadıkları insanlara yine milletler anlaşamadıkları milletlere dillerinden yola çıkarak pejoratif etiketler takmışlar ve takmaya da devam ediyorlar. dil bilmenin, dil öğrenmenin önemi de işte tam bu noktada kendini gösteriyor. sonuçta "insanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa" diye boşuna denmemiş.


bir sonraki yazıda görüşmek üzere amigolarım.


sıkıcı dipnotlar:

* mare nostrum adı, 20. yüzyılda mussolini yönetimi altındaki italya da akdeniz için kullanılmış, bu şekilde italyanların emperyal rüyalarına gönderilme yapılmış yine bu doğrultuda akdenize kıyısı olan bir çok ülkeye italyan saldırıları olmuştur. olayın sonunda "her mussolini kendi bacağından asılır" tarzında bir deyim ortaya çıkmamış ama çıkmasına da bir şey kalmamıştır. mussolini gibi almanya ve japonya da dünya savaşı sırasında kurdukları hayallere resmi adlar vermişler ve savaşlarını bu adların çevresinde örgütlemişlerdir. italyanlar için mare nostrum olan bu büyülü proje, japonlar için büyük doğu asya ortak refah alanı, almanlar içinse lebensraum (yaşam alanı) olarak kodlanmıştır. savaş kötüdür, pistir, tu kakadır. mare nostrum'un en güzel kullanımlarından biri can yücel'in mare nostrum şiiridir.

** barbar kavimler karşısında yıkılan roma aslında imparatorluğun batıda kalan kısmıdır. doğu roma imparatorluğu, fatih sultan mehmet tarafından 1453 yılında sona erdirilecektir. m.ö. 900 artı 1453 dersek ikibin bilmem kaç yüz yıllık bir imparatorluk söz konusudur. imparatorluğun son yöneticisi I. theodosius olmuş, onun ölümünün ardından imparatorluk oğulları arasında bölünmüş, doğuda kalan topraklar arcadius'a başkenti istanbul olacak şekilde, batıda kalan topraklar ise honorius'a başkenti milano olacak şekilde bırakılmıştır. bu iki kardeşin birbirinden hazzetmediği, bölünme meselesinin aslında bir toprak bölme olmadığını sadece idari olarak bölünme olduğu fakat zamanla imparatorluğun bu iki bölümünün birbirinden bağımsız hale geldiği ve bir daha asla birleşemediği bilinmektedir. bir de arcadius'un tavuk hikayesi vardır ki tam bir komedidir. bizans tarihçisi procopio'nun naklettiği üzere arcadius'un çok sevdiği ve eliyle beslediği roma adında bir tavuğu vardır. askerler gelip romanın yok olduğunu söylediğinde, "nasıl olur daha sabah elimle besledim" diye tepki gösterir. askerler durumu anlatıp yok olan roma'nın batı roma imparatorluğu olduğunu, vizigotların imparatorluğu yıktığını ve yağmaladığını açıkladığında arcadius rahatlayarak soluğunu boşaltır ve "yahu ben de tavuktan bahsediyorsunuz zannettim" der. bu kadar sevmezler kardeşler birbirini.

*** kavimler göçü ve barbar istilası kavramları politik kavramlardır. italyanlar bu olaya barbar istilası derken cermen dil ailesinden gelen ülkelerin çoğunda bu olay büyük göç, göç dönemi olarak adlandırılmaktadır. dil politik ve canlı bir varlıktır sonuçta.

İspanyol Amerikan Savaşı (1898)

ispanyolca defterinde yayınlanan başka yazılarda da isimlerini andığım ve şahsen ispanya tarihinin en önemli karakterleri olarak gördüğüm katolik kralları bu yazıda da anmadan geçmeyeceğim (önemli karakter oldukları vurgusundan "iyi insanlar" oldukları veya yaptıkları her şeyi doğru yaptıkları anlamı çıkarılmamalıdır. zira kendilerinin müslümanlara ve yahudilere karşı uyguladıkları baskılar tarih nezdinde aşikardır. yahudileri ve müslümanları bu kadar baskı altına alan katolik krallar tabi ki kendi dindaşlarını ve de öz yurttaşlarını da unutmamış ve engizisyonlar sayesinde onları da yola getirmiştir. engizisyon özünde dini bir kurum gibi görünse de, zaman zaman politik rakiplere, olası muhaliflere karşı da bir tehdit unsuru, aba altından gösterilen sopa olarak da kullanılmıştır. ispanyol engiziyonu başlı başına ayrı bir yazının veya tartışmanın konusu olabilir). ispanyol amerikan savaşının merhum ve merhumeyle olan ilgisini anlatmaya geçmeden önce, "arkadaş! biz buraya lisan öğrenmeye geliyoruz. sen lisan dışında her şeyi anlatıyorsun bize" şeklinde, gayet de haklı olarak, yakınabilecek arkadaşlar için bu tarz başlıkların ispanya ve latin amerika tarihini anlamak konusunda işimize yarayacağını hatırlatmak isterim. dil öğrenimi, tarih ve kültür öğrenimi olmaksızın kuru ve mekanik bir süreç olarak ilerleyecektir. bu yüzden sayfada bulunan bu tarz yazıların da okunmasını tavsiye ederim. sadece tavsiye vermekle kalmamak için yazıda kullanılan kelime ve deyimlerin on tanesini liste halinde yazı sonuna ekleyip dağarcık (vocabulario) çalışması oluşturacağımı dda eklerim. kelimeleri ezberleyebilirsiniz.
üzerinde katolik kralların resmi bulunan bin peso tutarında banknot
endülüs'teki son müslüman taifa'yı da ele geçirip, ülkeyi tamamen hristiyan toprağına dönüştürdükten ve iktidarı konsolide ettikten sonra coğrafi keşiflere yönelen katolik krallar, aralarında kolomb, macellan ve elcano gibi önemli kaşif-askerleri de bulundurun çok sayıda ismi bu keşiflerde görevlendirmiş, bu inisiyatifin meyvelerini okyanusun ötesinde çok sayıda koloni ele geçirerek fazlasıyla toplamıştır. bu kolonilerin bazılarından değerli madenler, bazılarından baharatlar, bazılarından ise köleler gemilerle ispanya'ya taşınmış, ispanya bir imparatorluğa dönüşmüş, önemli bir askeri, ekonomik ve politik güç halini almış ve birkaç yüzyıl bu durumun sefasını sürmüştür. bu durumun bizi (blog başlığı itibariyle) biraz daha fazla ilgilendiren bir sonucu olarak, ispanyolca latin amerika ve pasifik boyunca yayılmıştır. o zamanlar "yeni dünya" (nuevo mundo) olarak adlandırılan latin amerika ve pasifik'te bulunan bu kolonilere sadece dil değil, din de transfer edilmiş, lingüistik emperyalizme bir de dini-kültürel emperyalizm eklenmiş ve keşfedilen bölgelerin kodları ispanyollar lehine baştan yazılmıştır. son cümlede geçen "keşfetme" fiili bugün bir çok latin amerika ülkesinde sorgulanan bir kavramdır. ispanyolların "descubrimiento" (keşif) adını verdikleri bu pratik, günümüz latin amerika toplumları için bir "invasión" (istila) ve "saqueo" (yağma) olarak tanımlamaktadır. 


                        Güney amerika, bir eylemde açılan pankart:
"Amerika keşfedilmedi, işgal edildi ve yağmalandı. Amerikada hali hazırda medeniyeter vardı."
yine ayrı bir yazının konusu olabilecek bu konunun da üzerinden atlayarak, coğrafi keşifler sırasında güney amerikada, karayiplerde ve pasifikte işgal edilen ve yağmalanan bu topraklarda sürülen sefanın birkaç yüzyıl sonrasında nasıl cefaya dönüştüğüne bakalım.

avrupalılar sadece amerikada değil, afrika kıtasında da sömürgecilik faaliyetleri yürütmüşler ve yeni topraklar arayıp durmuşlardır. bu arayış 19. yüzyılın son çeyreğine kadar sürmüştür. 1874 yılında ingiliz daily telegraph ve amerikan new york herald gazeteleri sponsorluğunda afrikaya kongo nehri boyunca araştırma yapması için kaşif hanry stanley'i görevlendirilmiştir. zamane gazetelerinin kuponla tencere tava vermek yerine yeni toprak araması için afrika'ya adam göndermesi bir tarafıyla komik bir anekdot olmakla birlikte, batının aç gözlülüğünün afrika'nın açlığından daha büyük olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir. kaşif stanley bu garip sponsorlu gezide iki şey bulmuştur. birincisi afrika'da keşfedilecek yeni toprak falan kalmadığı, bütün toprakların keşfedildiği gerçeğidir. ikinci bulduğu şey ise kendisinden birkaç sene önce aynı amaçla afrika'ya gönderilen ve bu kıtada kaybolan david livingstone'dur (şaka değil).

Livingstone anısına zimbabve'de dikilen heykel
avrupalılar kaşif ve misyoner olan livingstone'un sağ salim bulunmasından, hatta kendini bulan stanley'e "haydi o zaman birlikte keşfedelim şu toprakları" diyerek yardım etmesinden ziyade keşfedilecek yeni zenginlik kalmadığı gerçeğiyle ilgilenmiş ve "madem yeni toprak yok o zaman eskileri bir daha paylaşalım" düşüncesiyle kavganın eşiğine kadar gelmiş, "bu böyle olmayacak. bu işin sonu savaş. gelin oturup anlaşalım" diyen bismark'ın çağrısıyla berlin konferansını toplamış ve toprakları bir daha paylaşmışlardır. bu paylaşım konferansına gözlemciden hallice statüsünde katılan genç amerika birleşik devletleri paylaşımı izlemiş ve kolonyalizm hülyalarına dalmıştır. daldığı bu hayalden "ne afrikadan ne asyadan bana pay vermediniz o zaman pasifik ve karayipler benimdir" diyerek uyanmış ve ispanya'nın güçsüzleşmesini fırsat bilerek gözünü ispanyol sömürgeleri olan küba, porto rico, filipinler, guam'a ve birkaç adaya dikmiştir.

küba'ya çöreklenen sam amca
ispanya'nın kolomb'tan o günlere kadar tabir-i caizse etinden sütünden faydalanageldiği toprakları vermeye niyeti, savaşmaya ise gücü yoktur. kübada ve filipinlerde bağımsızlık hareketlerine paralel olarak ispanyolların baskısı da artmış, çatışmaların boyutu katlanmıştır. bu ahval ve şerait içinde amerika birleşik devletleri, "adada yaşayan abd vatandaşlarını korumak" bahanesiyle maine zırhlı gemisini havana açıklarına gönderir. fakat bu işi yaparken diplomasiyi bir kenara bırakır ve herhangi bir ön bildirimde bulunmaz. buna karşı ispanya vizkaya zırhlısını new york'a göndermiş ve amerikalılara diplomasi dersi vermiştir. fakat o yıllar diplomasinin pek de önemsenmediği, birinci dünya savaşına giden taşların döşendiği, insanların kan istediği ve suçu tanrılara attığı yıllardır.


maine zırhlısı, bilinmeyen bir sebepten ötürü infilak eder. mürettebatın çoğu hayatını kaybeder. patlamanın nedeniyle ilişkili herhangi bir çalışma dahi yapılmadan, hemen ertesi gün abd basınında "düşman zırhlımızı havaya uçurdu" haberi yayınlanır. bu kışkırtıcı yayınlar amerikalıların olası bir savaşa vereceği desteği artırmak için yapılmaktadır ve hedefine ulaşacak, kısa bir süre sonra ispanya ve amerika birbirine savaş ilan edecektir.

manşet: savaş gemisi maine'nin imha eilmesi düşmanın işi.

-aç parantez -
bu noktada, yazıyı uzatmayı göze alarak, william randolph hearst'ten biraz bahsetmek gerekiyor. hearts, "sarı basın" kavramını literatüre sokan amerikalı medya tekeli patronudur. ülke çapında yayın yapan onlarca gazeteyi satın almıştır ve ülke politikası üzerinde belirgin bir rol oynamıştır. savaş çıkacak diye amerikaya gönderilen muhabirden gelen "buralar oldukça sakin, savaş falan çıkacak gibi değil, ben amerikaya dönmek istiyorum" içerikli telegrafa cevaben "havana'da kal. sen fotoğrafları sağla, savaşı ben sağlayacağım" diyecek karakterde bir insan evladıdır kendisi. amerika tarihi için dönüm noktalarından biri olan ispanyol amerikan savaşının ülke içerisinde kanıksanmasında, yalan haberler yapan gazeteleri aracılığıyla, büyük çaba sarfeden william randolph hearts'in hayatı, orson welles tarafından sinemaya aktarılmıştır. yurttaş kane filminde anlatılan kişi william randolph'un ta kendisidir. abuzer kadayıf filminin yayınlanmasına tepki gösteren ibrahim tatlıses misali, hearst de filmin piyasaya çıkmasını engellemek için elinden geleni yapmış fakat o yıllarda yaşanan büyük ekonomik buhran nedeniyle eski gücüne sahip olmadığından olsa gerek, filmin gösterilmesini engelleyememiştir.
kapa parantez-
william randolph hearst, nam-ı diğer yurttaş kane

dört ay kadar süren savaşın sonunda ispanya yenilir ve kosta rika, filipinler, guam (kim jong-un tarafından sürekli olarak "vuracağız" diye tehdit edilen amerikan sömürgesi ada) amerikaya bırakılır, küba'nın bağımsızlık yolunda ilerlemesi ispanya tarafından kabul edilir (güya öyle ama aslında küba da amerika kontrolü altına girmektedir). ispanya donanmasının önemli bir kısmını kaybeder ve okyanusta bulunan sömürge adalarını artık koruyamayacağını anladığından elinde kalan son topraklarını da 25 milyon peso karşılığında almanya'ya satar. eski kolonyalist günlerine, afrika'daki pozisyonları hariç, bir daha dönmemek üzere son verir.

küba bu savaşın ardından amerika güdümüne girer, fidel castro ve arkadaşları batista rejimini devirene kadar bu durum eder. küba bu noktada filipinlere göre şanslıdır zira filipinler amerikan kontolü altına girmemek için direnmiş ve filipin-amerikan savaşlarında bir milyondan fazla insanını kaybetmiştir.


fidel castro, amerika'ya "pışık" çekerken :)


vocabulario:
medeniyet: civilización
zırhlı: acorazado
savaş: guerra
istila: invasión
yağma: saquo
barış: paz
bağımsızlık: independencia
sömürge/müstemleke: colonia
sarı basın: prensa amarilla
gazete: periódico/diario

Türk Edebiyatında ve Sinemasında İspanya ve Latin Amerika - II- (Beyatlı'nın gözünden İspanya)

bu serideki ilk ilk yazıda, ispanya'da elçilik görevinde bulunan sami paşazade'nin gözünden, biraz da politika ve inanç temelli bir ispanya manzarası sunmuştuk. bu ikinci yazıda, yine elçilik görevi için ispanya'ya giden bir şairin, yahya kemal beyatlı'nın bu ülke ve insanları üzerine yaptığı yorumlar hakkında konuşacağız ama önce kısaca yahya kemal'den, gerçek ismiyle, mehmet agah beyden biraz bahsedelim.

1884 yılında üsküp'te doğar. ilk eğitimini üsküp ve selanikte tamamlar ve ardınan yabancı dilde eğitim veren bir lisede okuması için, aileti tarafından istanbul'a gönderilir. vefa idadisine girer fakat bir yıl kadar sonra, jön türklere katılmak için paris'e gitmeye karar verir. orada dokuz yıl geçirir, bu süre içinde boaudelaire'i, rimbaud'yu, victor hugo'yu keşfeder. bu yazarlardan etkilenerek, divan şairlerine ve tanzimat şairlerine eleştirel bir yaklaşım geliştirir. 1913 yılında istanbul'a döner. bir çok dergide yazmaya başlar. birinci dünya savaşı yıllarında milli mücadeleyi destekler. 1922'de lozan görüşmelerine katılanların arasında o da vardır. cumhuriyet kurulduktan sonra varşova ve madrid'te orta elçilik görevlerinde bulunur. bu yazının konusu, ispanya'da bulunduğu dönem hakkında yazdıklarıdır.

1929 ve 1931 yılları arasında madrid'te bulunan yahya kemal'in bu dönem hakkında yazdığı ve en bilinen eseri tabii ki "endülüste raks" şiiridir. bu şiire yazının sonlarına doğru bakacağız ama öncesinde, ispanya hakkında yazdığı daha az bilinen yazılarına (dostlarına yazdığı mektuplarda bulunan ifadeler doğrultusunda) ve şiirlerine bakalım.

madrid

madrid'ten yolladığı mektuplarda genellikle bir memnuniyetsizlik havası mevcuttur. bu memnuniyetsizlik daha göreve başladığı ilk dönemlerde kendini gösterir. buradan yazdığı bir mektupta "kira bedeli gelmedi, elçilik dairesini taşımak konusunda sıkıntı yaşamaktayım" diye yazacak ve genç cumhuriyetin yaşadığı ekonomik zorlukların dış temsilciliklerde zuhur etmesi hakkında bir bilgi sunacaktır.

ekonomik sıkıntıya ek olarak, şehirden de hoşlanmamış, madrid ona ruhsuz bir şehir gibi gelmiştir.



Madrid'te ziyadesiyle sıkılmış olsa gerek ki Hüseyin Avni Şanda'ya yazdığı mektubunda yakınmaya devam etmektedir.


el escorial'i "hakikatte ağır, soğuk, tatsız ve tuzsuz bir mimari ucubesi" yine el escorial'in cripta real bölümünü (kral ve kraliçe mezarlarının bulunduğu bölüm) "tabut deposu" şeklinde tanımlar. bu yakınmaları sadece dostlarına yazdığı mektuplarla sınırlı tutmaz. şehirde yaşadığı bunalmayı bir de şiirle anlatır. madrid'de kahvehane şiirini birlikte okuyalım ve kısaca değerlendirelim.

madrid'de kahvehane

madrid'de kahvehaneyi gördüm ki havradır,
bir yerdeyiz ki söz denilen şey palavradır.
dalmış gülüp konuşmaya yüzlerce farfara,
yorgun kulaklarımda sürerken bu yaygara

durdum, hazin hazin, acıdım kendi halime
aksetti bir dakîka uzaktan hayâlime,
sakin Emirgân'ın Çınaraltı'nda kahvesi,
poyraz serinliğindeki yaprakların sesi.

bazen gönül dalar suların mûsikîsine
bazen Yesâri hatlarının en nefîsine.


şair madrid'de bir kahvehanede, büyük ihtimalle yalnız, oturmakta ve etrafı izlemektedir. yüzlerce farfara (çok konuşan, yüksek sesle konuşan) sıfatına nail olduğu düşünülen insan konuşmaktadır ama bu insanların konuştukları palavradan ibarettir ona göre. zaten bu ülkenin insanları, sözü, kelimeyi tanımlamak için "palabra" kelimesini kullanmaktadır. burada hoş bir kelime oyunu yapmıştır. şiirin devamında beyatlı, kendi penceresinden bir kahvenin nasıl olması gerektiğini anlatır ve ispanyol kahvesini, emirgan'ın, çınaraltı kahvesiyle karşılaştırır. rüzgarda sallanan yaprakların ve abdulhamid tarafından yaptırılan çeşmeden akan suyun sesini dinlemeyi, yine aynı çeşmenin üzerine meşhur hattat yesari mehmed efendi tarafından nakşedilen hatlara bakmayı, kahkaha atan yüzlerce insanın "yaygarasına" tercih etmekte ve içinde bulunduğu duruma üzülmektedir.

beyatlı'nın özlediği emirgan çeşmesinin güncel görünümü.


bütün bu yakınmalara karşın, prado müzesi ve madrid kadınları hakkında oldukça olumlu düşüncelere sahiptir. şehrin kadınları için "harikulade güzel" yakıştırmasını yapan beyatlı, prado müzesini ise "şehrin tesellisi" olarak tanımlar.



boğa güreşleri

o yıllarda daha yaygın olarak yapılan boğa güreşleri için "vahşi bir sahne, lüzumsuz bir işkence. bu manzarayı ilk defa seyre giderken memnun ve müştak olabilmek için bir ecnebinin kanlı bir katil olması iktiza eder" sözlerini kullanır. yani madrid'de gördüğü bir çok şey gibi boğa güreşlerini de (bence haklı olarak) beğenmemiştir. yazının burasına kadar oluşan genel memnuniyetsizlik havası yazarın endülüs'e yaptığı yolculukla birlikte silikleşerek dağılacak ve yerini, özellikle endülüs'te raks şiirinde anlattığı bir heyecana ve coşkuya bırakacak.

endülüs

endülüse yapılan seyahat şairin yaşadığı "yabancı bir ülkede bulunma hissini" ortadan kaldırmıştır. bu durumda, bölgenin arap geçmişine bağlı olarak daha aşina olunan bir mimari sunmasının, kurtuba camisinin ve alhambra sarayının etkisi yadsınamaz.



endülüste raks
ispanya'ya gitmeden önce, bu ülkenin raksı hakkında fikir sahibidir hatta insanlara bu raksla ilgili sorular sormuştur. "biz türkiye'de harem görmek isteyen avrupalıya ne gözle bakıyorsak, burada ispanyol raksı arayan ecnebiye o gözle bakıyorlar." aradığı raksı nihayet endülüs'te bulmuş ve büyülenmiştir. raks hakkındaki yorumları dikkate değerdir.



madrid'de kahvehane şiirindeki sıkıntının, bunalımın ve ayrılma isteğinin aksine, endülüs'te raks şiiri, içinde bulunulan durumdan büyük bir hoşnutluk içeriyor. gelin bu lezzetli şiiri birlikte okuyalım.

zil, şal ve gül.
bu bahçede raksın bütün hızı
şevk akşamında endülüs üç defa kırmızı

aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir
ispanya neş'esiyle bu akşam bu zildedir

yelpaze çevrilir gibi birden dönüşleri
işveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri

her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır;
ispanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır

alnında halka halkadır aşüfte kâkülü
göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü

altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir
ispanya varlığıyla bu akşam bu güldedir

raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi
bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi

gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli
şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kerre öpmeli

gözler kamaştıran şala, meftun eden güle,
her kalbi dolduran zile, her sineden: "ole!"

--
yazıyı burada sonlandırıyorum ve gökten düşen üç elmayı sizinle aşağıda paylaşıyorum.

elma 1: endülüs'te raks şiirinin taslak hali

zil, sal ve gül
bu halkalı kâkül
gönül gönül
halka halka bu kâkül
göğsünde semâyi bayıltan o gül, o gül
ispanya belde belde bu akşam bu güldedir
semâyi bayıltan o gül, o gül —çok mühim motif—
ispanya şimdi... o güldedir
şevk öyle... selsebil
bu zil her gönülde
ispanya... bu zildedir, her gonüldedir
ispanya neşesiyle bu akşam bu güldedir
bir beni var, ah bir beni
zannım bendir işte perişan eden beni
gülden mi endülüs'de semâ böyle kırmızı?
—zilden mi— şaldan mı... semâmız
zilden midir... hız

elma 2: endülüs'te raks şiirinin ispanyolcaya tercüme edilmiş hali.

danza en andalucía
castañuelas, mantón y rosa. en este jardín toda la rapidez del baile
en la tarde alegre andalucía (es) tres veces roja
la mágica canción de amor está en cientos de lenguas
esta tarde españa está con su alegría en una castañuela
giros rápidos como sacudidas de abanico
su forma de volverse, de desplegarse, de cubrirse, coqueta
nuestros ojos, que no aceptan cualquier color,
están ahora en el bermellón
esta tarde españa está a oleadas en este mantón
en su frente los retorzidos rizos salvajes
en su pecho la más bella rosa de la preciosa granada
hay copas doradas en cada mano
el sol en cada corazón; esta tarde españa está
con su esencia, en esa rosa
a mitad de la danza, se detiene y baila
como si andara; mira con un giro de cabeza, como si matara
cutis de rosa, labios de brasa, ojos de carbón, deslizándose
el diablo dice que hay que abrazarla, besarla cien veces
al mantón que cubre los ojos, a la rosa que fascina
a la castañuela que llena los corazones...
desde cada pecho: “¡ole!”.

elma 3: lezzetli şiirin belki de en lezzetli yorumu.


Acción Poética

Acción Poética

Joyas de America Latina

Joyas de America Latina
Gabriel "Gabo" Marquez