İki konuya değineceğim. Birincisi konut sorunu diye bir gerçekliğin olduğu, ikincisi de ev arkadaşlığının bu sorunu daha da derinleştirebileceği.
Konut sorununun insanın başına ne işler açabileceğini anlatayım sana.Yeni bir yere taşınmak istediğinde ilanlara uzun uzun bakar, emlakçı vitrinlerinin önünde dikilip durursun. Maddi durumun iyi değilse gözün her zaman en ucuzunu arar. İlan sitelerinde taşınmak istediğin semti seçtikten sonra ilk işin, filtreleme seçeneğine gidip en ucuzdan en pahalıya doğru sıralamak olur. Böyle bir sıralamada ödenebilecek fiyatlar gösteren ilanları bir heyecanla açıp, paylaşımlı ev olduklarını görerek can sıkıntısıyla çıkarsın. Taşınma konusunda oldukça deneyimli bir insan olarak, paylaşımlı ev ilanlarıyla ilgili sana vereceğim tavsiye “bavulunu alıp gelmen yeterli” diyen ilanlardan uzak durman. Samimiyetsiz bir cümledir. “Kurulu düzenim zaten var, paraya sıkıştım ve odamı kiralıyorum. Düzenimi bozmayacak, elbiselerinden başka eşya getirmeyecek, aydan aya kiramın neredeyse tamamını ödeyecek birini arıyorum” anlamına gelir bu cümle. Sen de zaten bu samimiyetsizliği anlıyor ve “biriyle paylaşacağıma biraz daha küçük bir yer olsun, benim olsun” diye bu ilanlardan çıkıyorsundur. Bak sana söyleyeyim, bu da iyi bir yaklaşım değil, yani olmayabiliyormuş -en azından benim deneyimim bu yönde-.
Evin fiyatına baktığımda yine o samimiyetsiz bavul cümlesini okuyacağımdan emin olarak ilanı açtım. Okudum, sonra bir daha okudum. Fotoğraflarından gayet yaşanabilir durumda olduğunu gördüğüm ilanda paylaşımlı olduğuna dair bir bilgi göremedim. Hatta ilanı veren emlakçı değil doğrudan ev sahibiydi. Paylaşımlı değil, fiyatı uygun, ev idare eder, emlakçı masrafı yok. Biraz şüpheci bir yaklaşımla Amerikalıların “to good to be true” dedikleri durum bu olsa gerek diyerek telefona sarıldım. Her cümlesini efendim, beyefendi diye tamamlayan aşırı kibar olan ev sahibiyle hızlıca anlaşıp evi gördüm ve aynı gün anahtarı aldım.
Amerikan korku filmi klişelerini bilir misin? Hani aile yeni bir eve taşınır, ilk başlarda her şey iyi gider de sonra sağdan soldan hayaletler, şeytanlar fırlayıverir ya, hah işte benim tuttuğum evde hayaletliydi. Ama aklına öyle aynada birden bire belirme, karanlık mahzene inen merdivenin sonunda çığlık atarak zuhur etme sahneleri gelmesin. Benim hayalet hiç de öyle biri değildi.
Taşınma işini hallettiğim gece yatağa girdiğimde garip sesler duymaya başladım. Dedim ya bu konularda deneyimliyimdir, yeni taşınan yerlerde ilk geceler hep böyledir. Sesler duyarsın ama evin gece rutinini tanımadığın için anlam veremezsin. Gün geçtikçe bunlara aşina olursun; bu dışarıdaki yağmur oluğundan geçen suyun sesi, bu adım benim evde atılmadı, komşunun duvarı çok ince, orada biri yürüyor, bu tıkırdama sesi havalandırma boşluğunun duvarına asılı kalmış demir parçasının rüzgarda sallanmasından kaynaklanıyor, hayır, bu kapı benim değil, yan dairenin kapısı, yok o duvarda asılı durup sana bakan metafizik bir varlık değil, boyanın tonu orada daha koyu olmuş ve camdan giren ışığının etkisiyle böyle bir efekt oluşuyor. Hele ki bir de kediniz varsa, evinizde hayaletler koloni kursa umurunuzda olmaz, zihniniz her şeyi kediye yükleyiverir, siz de mışıl mışıl uyursunuz. Tabii yeni taşınılan evler konusunda deneyimli olup, başkasına olağanüstü gelebilecek durumlara mantıklı bir anlam yükleyecek kapasitede olmanız, evinizin hayaletli olmayacağı anlamına gelmez.
O gece, sesleri ve gariplikleri umursamadan uyudum. Sabah kalktığımda salondaki masanın üzerine bıraktığım kahve bardağı ve kül tablası yoktu. Mutfağa geçtiğimde, ikisinin de yıkanıp bulaşıklığa konduğunu gördüm. Onları, mutfağa ben götürmüş olabilirdim, bunu unutmuş da olabilirdim ama yıkayıp yerine koymadığıma emindim. Böylesi durumlarda insan önce kendinden şüphelenir. Artık yaptığım şeyleri de hatırlamıyorum galiba, diyerek yanıtı kendinde arar. Hem aramasa ne olacak, gece masada bırakılan bardağı ve kül tablasını kaldırıp yıkayan hayalet veya hırsız diye bir gerçeklik mi var?
Ertesi gün yemek masasını bilerek toplamadım. Bardağı, tabağı, kaşığı, kül tablasını masada bıraktım. Sabah kalktığımda her yer tertemizdi. Masa toplanmış, silinmiş ve bulaşıklar yıkanmıştı. Artık evde yalnız olmadığımdan emindim. Makul insanlar böylesi bir durum karşısında evi boşaltır, gerekirse “sadece bavulunu alıp gelebilirsin” samimiyetsizliğini bile kabul ederek kendini bir yerlere atıverirdi. Beni tanıyan insanlara sorarsanız pek de makul biri olmadığım konusunda hemfikir olacaklardır. Onların bu görüşünü boşa çıkaracak değildim.
Hayaletli bir evde yaşamak beni korkutmuyor, aksine heyecanlandırıyordu. “Jump scare” triplerine girip sağdan soldan önüme fırlamayan, beni korkutmak için çabalamayan bir varlıktan rahatsız olmak için bir neden göremiyordum. Hayaletle rutin bir ilişki kurmuştum Sabahları bilgisayarın başına geçerek akşama kadar çalışıyordum. Gece yatarken kasten ışıkları açık bırakıyordum. Sabah uyandığımda hayalet hepsini kapatmış oluyordu. Havanın görece sıcak olduğu günlerde doğalgazı sonuna kadar açıyordum, uyanıp bakıyordum ki ev ekonomisi bilen hayalet kısıvermiş. Dışarıdan yemek söylemeyi de bırakmıştım, zira ne zaman dolabın kapağını açsam yeni yemekler görüyordum. Ben de ona güzellik olsun diye sofraya iki tabak koyuyor, onun tarafındaki sandalyeyi davetkar bir şekilde geriye doğru çekiyordum. Zamanla kendini açık etmeye de başlamıştı. Salonda yürüdüğünü, radyoyu açtığını net olarak duyabiliyordum. Yerli ve milli bir hayalet olarak Türk sanat müziği seviyordu, yalan yok, ben de seviyordum. Bazı geceler odanın kapısını açıp başımda dikildiğini hissediyordum. Korkmak bir yana kendimi daha güvenli hissediyordum.
Merak edip ev sahibinin ağzını aradım, daha önce evde kimlerin yaşadığını soruşturdum. Kibarca yanıtladı “Aman beyefendi, sizden önce de birkaç genç kalıyordu. Gözden kaçan bir tadilat varsa gereğini yapalım efendim”. Beklediğim yanıt bu değildi ama daha önce evde birilerinin ölüp ölmediğini sormak da absürt kaçardı. Konu komşuya sorup evin altında yatır bulunup bulunmadığını sordum. Yüzüme korkuyla bakıp geçiştirdiler. Bu evde yaşanan herhangi bir ölümle ilgili haber var mıdır diye İnternet sitelerini araştırdım. Hayalet hakkında hiçbir bilgi bulamadım. Belki de bu evde ölmemiştir, belki de çok eskiden beri, İnternetin bile olmadığı zamanlardan beri burada yaşıyordur. Araştırmalarımdan bir sonuç alınca daha fazla kurcalamamaya karar verdim. Mutlu bir ilişkimiz vardı. Mutlu olduğu yerin geçmişini yalnızca mutsuzluğa bağımlı insanlar deşerdi. Hem mutluluk bozulmak için bireylerin çabasına ihtiyaç duyan bir mefhum değildi, o zaten vakti gelince kendi kendine bozulabiliyordu. Nitekim benim metafizik mutluluğum da birkaç ay sonra bozuldu. Hem de ne bozulma.
Yine bir gece yedim, içtim. Hayalete güzellik yapıp ortalığı toplamadan uyudum. Güzellik yaptım diyorum çünkü ona kendini, mevcudiyetini hissettirecek bir alan açtığımı düşünüyordum. Uyandığımda masanın üstünde bir şey yoktu ama yerler tabak bardak kırıklarıyla doluydu. Masanın üzerine kalın kalemle bir şeyler yazılmıştı ama bir anlamı yoktu –belki de hayaletlerin kendilerine ayrı bir dili vardı ve bu gördüğüm şekiller onun dilinde yazılmış bir uyarıydı-. İlk defa korktum. İşte şimdi Amerikan filmlerine benzemeye başladık diye geçirdim içimden. Dağınıklığı temizleyip işlerimi yaptım. Gece yatağa girip salonu dinlemeye başladım. Ne ayak sesi ne de Türk sanat müziği. Birkaç gün boyunca hayaletten ses çıkmayınca İnternetten bulduğum bir medyumun yanına gittim. Eve dadanan hayaletin nasıl kovulacağı yönünde talimatlar vermeye alışkın olan medyum, evden kaçan hayalet nasıl geri getirilir sorusunu duyunca şaşırdı. Eveledi, geveledi. Bir defteri açıp orasına burasına baktı, gözlerini kapatıp kafasını tavana dikti, enteresan hallere girdi. On dakika kadar tavana baktıktan sonra “tamam” dedi. Defterden bir kağıt yırttı, bir şeyler karaladı, katlayabildiği kadar katladı, üzerine bir şeyler sarıp sarmaladı, elime tutuşturdu. Dolunay gecesi daire kapısının iç kısmına asmamı söyledi. Dolunay dediği anda samimiyetsiz bir medyumla karşı karşıya olduğunu anladım. Okkalı bir seans ücreti ödeyip çıktım.
Ne zaman uyuduğumu hatırlamıyorum. Kendimden geçip uykuya dalmışım. Uyanınca yataktan hızla çıkıp evi kontrol ettim. Hiçbir değişiklik yoktu, gelmemişti. Tılsım kapıda duruyordu. Etkisi gecikebilir diye indirmedim. Bilgisayarı açıp çalışmaya başladığımda kapı çaldı. Sonunda geldi, diye fırlayıp kapıya koştum. Gelmişti ama postacı kılığında. Hayalet bu sonuçta, farklı kılıklarda gelebilirdi. Postacı zarfı uzatıp gitti. Masaya oturdum. Zarfı açtım. Bilmem hangi tarihte boşanma davam varmış, geçimsizlik nedeniyle dava açmış bana hayalet.
Kafam çok dağınık bu aralar, işlerime yoğunlaşmalıyım.







