İspanyolca ile ilgili bir çok şey

Traducciones Vagas de Literatura Turca II - Por Qué Tenemos que Matar a los Aldeanos de Şükrü Erbaş

En este artículo de la serie, traduciré el poema «¿Por Qué Tenemos Que Matar a los Aldeanos?» del poeta Şükrü Erbaş, de nuevo en forma de vaga. He preparado un archivo con dos columnas para aquellos que no sólo quieren leer la traducción, sino que también quieren ver la traducción frase por frase porque están aprendiendo turco. Pondré el turco en la primera columna y el español en la segunda. Quizá esto también ayude a algún turcohablante que quiera aprender español y que llegue aquí por casualidad. Nos vemos en la próxima traducción vaga. Bebe mucha agua, duerme regularmente, intenta amar la vida aunque ella no te ame a ti, y lee poesía.

El Poema

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

¿Por qué tenemos que matar a los aldeanos?

Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır,

 Porque son hombres perezosos,

Değişen bir dünyaya karşı
Kerpiç duvarlar gibi katı
Çakır dikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar.

Viviendo contra un mundo siempre cambiante
Permaneciendo firmes como muros de adobe
Secos como cardos
y resistiendo, indiferentes.

Aptal, kaba ve kurnazdırlar.

Son tontos, groseros y astutos.

İnanarak ve kolayca yalan söylerler.

Mienten, con convicción y facilidad

Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.

Aunque tengan dinero,
saben el arte de aparentar pobreza.

Her şeyi hafife alır ve herkese söverler.

Se lo toman todo a broma y maldicen a todo el mundo.

Yağmuru, rüzgarı ve güneşi
Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünemezler…

No pueden pensar ni un día
En la lluvia, el viento y el sol
Sin acordarse de sus cosechas…

Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
Topraklarını büyütmeye çalışırlar.

aran las fronteras de los demás
intentan ampliar sus tierras.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

¿Por qué tenemos que matar a los aldeanos?

Çünkü onlar karılarını döverler

Porque pegan a sus mujeres

Seslerinin tonu yumuşak değildir

No tienen la voz suave

Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.

Son acosados fuera y acosadores dentro.

Gazete okumaz ve haksızlığa
Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.

No leen los periódicos, y se levantan
contra la injusticia, si son ellos los que la sufren.

Adım başı pınar olsa da köylerinde
Temiz giyinmez ve her zaman
Bir karış sakalla gezerler.

Tienen fuentes a cada paso
No llevan ropa limpia
Siempre llevan barba.

Çocuklarını iyi yetiştiremezler

No pueden criar bien a sus hijos

Evlerinde kitap, müzik ve resim yoktur.

No tienen libros, música ni cuartos en sus casas

Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz

No se lavan los dientes ni un día

Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.

Y se quitan el sombrero sólo para dormir.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

¿Por qué tenemos que matar a los aldeanos?

Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.

Porque se golpean cuando sus perros se pelean

Birbirlerinin evlerine ancak
Ölümlerde ve düğünlerde giderler.

Visitan las casas de los demás
Sólo para bodas y funerales

Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
Gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.    

Sienten vergüenza al cantar una canción, o al llorar
Reír es una desgracia, divertirse es una debilidad
Sólo cuando toman rakı, se emocionan y lloran

Binlerce yılın kalın kabuğu altında
Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.

Bajo un caparazón de mil años,
Sus corazones quedaron como lámparas de queroseno.

Aldanmak korkusu içinde
Sürekli birbirlerini aldatırlar.

Se engañan continuamente,
Con miedo a ser engañados.

Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
Karılarından en az on adım önde yürürler
Ve bir erkeklik işareti olarak
Onları herkesin ortasında döverler.

Si tienen que ir a algún sitio
Caminan diez pasos por delante de sus mujeres
Y como signo de masculinidad
Pegan a sus mujeres, en medio de todos.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

¿Por qué tenemos que matar a los aldeanos?

Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
Kendilerinden olanlarla alay edip
Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.

Porque votan a los partidos equivocados
Ridiculizan a los suyos y
Creen en los demás, extrañamente.

Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir
Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.

El Estado significa el catastro, la deuda bancaria y el hospital
Temen al Estado pero lo estafan al máximo.

Yiğittirler askerde subay dövecek kadar
Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
Ezim ezim ezilirler.

Son lo bastante valientes como para vencer a un oficial del ejército
pero ante un funcionario - también es extraño-
se trituran en pedazos.

Enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler

Si necesitan hablar de inflación, hablan del precio del trigo y fertilizante

Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
On bir ay gökyüzünden bereket beklerler.

Apoyados contra el muro de una mezquita, el tronco de un árbol o en una cafetería
Esperan bendiciones de cielo por once meses.

Dindardırlar ahret korkusu içinde
Ama bir kadının topuklarından
Memelerini görecek kadar bıçkındırlar

Son piadosos, temerosos del más allá
Pero son tan francos que pueden ver los pechos de una mujer solo mirando a sus talones

Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
Şehre giderler!

Van a la cuidaduna una vez al año
después de cosecha

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

¿Por qué tenemos que matar a los aldeanos?

Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
Ayak ve ağız kokusu içinde kurulup koltuklara
Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
Kızlarının talihsizliğini
ve hayırsız oğullarını anlatırlar.

Porque se quitan los zapatos en los autobuses,
Se sientan bajo el hedor del olor de pies y boca,
Y cuentan a todo el mundo en voz alta
La desgracia de sus hijas
y lo ingratos que son sus hijos.

Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
Bunun, Tanrının bir lutfu olduğuna inanırlar.

Aunque sufran pobreza, dan las gracias
porque creen que es una bendición de Dios.

Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Zengin bir akrabalarından söz ederler.

Y en cada oportunidad, como si estuvieran hablando de algo baladí,
Hablan con oculto orgullo de un pariente rico
En una ciudad lejana

Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
Ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre
Yollara tükürürler…
Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.

Son lo bastante educados como para saber comer en restaurantes
Pero cuando salen a la calle, se suenan la nariz Escupen en la calle...
Y luego hablan de las bondades de vivir en la ciudad,
Maravillándose de su limpieza y su orden

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

¿Por qué tenemos que matar a los aldeanos?

Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak
Başka dünyaları düşünmek gibi bir tutkuları yoktur.

Porque duermen a las primeras horas de noche.
No tienen ningún deseo de pensar en otros mundos
Viendo las estrellas en la medianoche.

Gökyüzünü baharda yağmur yağarsa
Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.

Aman el cielo si llueve en primavera
y el sol si ayuda crecer sus cosechas.

Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.

Carecen de imaginación y no creen en ninguna innovación.
-Aunque sea una semilla de alto rendimiento-
No lo creen hasta ver los resultados.

Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.

No contribuyen nada al desarrollo del mundo.

Mülk düşkünüdürler amansız derecede

Tienen un hambre impla
cable de propiedades

Bir ülkenin geleceği
Küçücük topraklarının ipoteği altındadır.

El futuro de un país
Está bajo la hipoteca de sus minúsculas tierras.

Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
Zamanın derin ırmakları önünde…

Y se erigen como un pedazo de roca
Ante los profundos ríos del tiempo...

KÖYLÜLERİ, SÖYLEYİN NASIL”
NASIL KURTARALIM?

¿DINOS CÓMO SALVAR A ESTOS LOS ALDEANOS?



El Poeta:

0 yorum:

Yorum Gönder

Acción Poética

Acción Poética

Joyas de America Latina

Joyas de America Latina
Gabriel "Gabo" Marquez