aşağıdaki röportajı, buraya tıklayarak ulaşabileceğiniz ispanyolca versiyonundan çevirdim. keyifli okumalar dilerim.
"Bir gün bir
bakmışsın ki veba, talihsiz insanlara ders vermek için farelerini uyandırmış ve
onları mutlu bir şehirde ölüme gönderivermiş".
Büyük edebi eserlerde,
insanlar ve hayat üzerine büyük metaforlar bulunur. Bu metaforların aranması
için keşfetme ruhu gerekir; gerçeklik algısı hassaslaşmalı aynı zamanda okunan
metin iyi yorumlanmalıdır, bunlar yapıldığında veya okumanın getirdiği mucizevi
bir anda metaforlar kendini belli etmeye ve okuyucu ürpermeye başlar, umarım
öyle de olur.
Albert Camus'nün Veba romanı, yazıldığı dönemde -ki bu dönem bize çok da uzak değil- ikinci dünya savaşı sonrası Fransa'da yazılan en önemli roman haline gelmiştir. Metaforik bir romandır ve hem günümüzde hem de yazıldığı zamanda geçerli olan semboller içermektedir.
"…Bu bahtiyar kalabalığın kitaplarda yazılanlardan habersiz
olduğunu, veba basilinin asla ölmediğini ya da yok olmadığını, mobilyalarda,
giysilerde onlarca yıl hareketsiz kalabildiğini, yatak odalarında, mahzenlerde,
bavullarda, mendillerde ve kağıtlarda sabırla beklediğini ve bir gün vebanın,
talihsiz insanlara ders vermek için farelerini uyandırıp, onları mutlu bir
şehirde ölüme gönderebileceğini biliyordu".
Albert Camus'nün bu sözü bugün de yazıldığı zamanki kadar günceldir, sadece metaforun içeriğini bulmak için çaba sarf etmeniz gerekir. İşte yazarla yaptığımız aşağıdaki söyleşi de böyle bir arayışın konusu olacaktır.
Kötü ruh hali hakkında ne düşünüyorsun, Camus?
Bütün büyük hayvanlar,
iyi veya kötü ruh hallerine hükmetmek gibi bir ayrıcalığı vardır.
İnsan da büyük bir hayvan mıdır?
İnsanlar üzerine
yeterince düşündüğümüzde, -bir meslek olarak veya bir hobi olarak bunu
yapabiliriz- genellikle primatlara karşı bir özlem hissettiğini görürüz.
Modern insanı bir kaç kelimeyle tanımlayın.
Aslında bir cümle yeterli
olacaktır bu tanım için: zina yapan ve gazete okuyan insan.
Bu kadar mı?
Bu kadarı yetmez mi?
İnancını kaybetmiş bir insana benziyorsunuz.
Köyümde bir misilleme
saldırısı olmuştu, Alman subayı yaşlı bir kadına kibarca neyi sordu biliyor
musun? Rehine olan oğullarından hangisinin önce kurşuna dizilmesini istediğini.
Böyle bir seçim yapmak zorunda kaldığını düşün Onu mu? Bunu mu? Olayı buradan
düşün. Neyse bundan daha fazla bahsetmeyelim, inan bana beyefendi her şey
mümkün?
Bu münferit bir olay, Albert, münferit...
Münferit mi? Bir zamanlar
güvensizliği reddeden, tertemiz bir kalp tanımıştım. Pasifist, özgürlükçüydü,
hem hayvanları hem de insanlığı olanca temizliğiyle kalpten seviyordu.
Besbelliydi ki özel bir ruhtu. Avrupa’da din savaşları yayıldığında kıra
çekildi. Evinin kapısına da bir yazı astı: "Nereden geliyorsanız gelin,
evime hoş geldiniz, buyurun içeri girin" Bu güzel daveti kim kabul etti
biliyor musun? Birkaç milis babalarının evine girer gibi içeri girdi ve onun
karnını deşti.
Bunu yapan milislerdi, Hıristiyanlar değil...
Koyu bir Hıristiyan olan
bir arkadaşım, kendisine yaklaşan bir dilenci gördüğünde hissettiği ilk
duygunun nahoş olduğunu itiraf ederdi... Her neyse, gel birlikte kadehimizi
kaldırıp, içelim, sempatine ihtiyacım var.
Anlamadım.
Evet, şok edici bir itiraf
yaptığımın farkındayım. Peki, siz daha önce hiç sempatiye, yardıma, dostluğa
ani bir şekilde ihtiyaç duymadınız mı? Sempatiyle yetinmeyi öğrendim. Sempati daha
kolay bulunuyor ve hiçbir şeyden taviz vermeniz gerekmiyor... Arkadaşlık daha
karmaşık bir konudur. Arkadaşlığın elde edilmesi zor ve meşakkatli bir
süreçtir, ancak elde ettiğinizde ondan kurtulamazsınız, onunla başa çıkmanız
gerekir. Arkadaşlarınızın her gece sizi arayacağınızı ve yapmaları gerektiği
üzere o gece intihar etmeye karar verip vermediğinizi soracağınızı zannetmeyin.
Bunu yapmayacaklar, hatta sizi yürüyüşe çıkmak isteyip istemediğinizi
sormak için dahi sizi aramayacaklar.
Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?
Emin ol ki böyledir. Sizi
yalnızca hayatınız güzel olduğunda ve aslında yalnız olmadığınız bir zamanda
ararlar...
Duyumlarıma göre bu konu sizin çok dikkatinizi
çekiyor…
Arkadaşlık ve dostluk
hikayeleri beni büyülüyor. Bir keresinde bir adamdan bahsetmişlerdi; bu adamın
arkadaşını hapse atıyorlardı, o da arkadaşının yoksun kaldığı rahatlığı yaşamamak
için her gece yerde yatmayı tercih ediyordu.
Peki siz, bir arkadaşınız için bunu yapabilir
miydiniz?
Yapabilir miydim? Bak,
bunu yapabilmek isterdim ve yapardım. Evet, hepimiz bunu bir gün hepimiz
yapabileceğiz ve kurtuluşumuz bundan geçecek.
Siz bir kahraman mısınız yoksa yanlış mı
anlaşıldınız, Bay Camus?
Kahramanlar, sevgili
dostum, unutulmak, hakarete maruz kalmak veya kullanılmak arasında bir seçim
yapmalıdır. Doğru anlaşılmak diye bir seçenek yok!
Peki ya olağanüstü insan fikri?
Hepimiz olağanüstü
insanlarız. Hepimizin bir arayışı var. Herkes ne pahasına olursa olsun masum
olmak ister, hatta insanlığı ve gökyüzünü bile suçlamak gerekse bile...
Masumiyet...
Orta Çağ'da rahatsız oda olarak adlandırılan yeraltı
hücrelerini bilmiyor musunuz? Bu hücreleri diğerlerinden ayırt eden özellik
boyutlarının tasarımıdır. Ne ayakta durmanıza olanak tanıyacak kadar yüksektir
ne de uzanabileceğiniz kadar geniş. Diyagonal bir yaşam sürmenizi gerektirir;
uyursanız kesin düşersiniz ve uyanıkken çömelmek zorundasınızdır. Her geçen
gün, bedenini katılaştıran o değişmez direnç, mahkum adamı suçlu olduğuna ve
özgürlüğün ayağını rahat bir şekilde uzatabilmekten ibaret olduğuna
inandırırdı.
İlahi adalet tarafından yargılanması gereken bir
buluş gibi...
İlahi adalet dediniz.
İzninizle saygımı bozmadan güleceğim. Ben daha berbat bir şey biliyorum,
insanların adaleti. Size büyük bir sır vereceğim, dostum. İlahi adaleti
bekleme. Adalet de adaletsizlik de burada.
Bence bu kadarı yeterli. Bakalım siz sözünüzde
duracak mısınız ve akşamları beni arayıp intiharın eşiğinde olup olmadığımı
soracak mısınız…
İyi de ben senin
arkadaşın mıyım? Sakinleşelim biraz. Vakit geç oldu, her zaman da çok geç
olacak. Mutlu kalalım!
0 yorum:
Yorum Gönder