İspanyolca ile ilgili bir çok şey

Kısa Hikayelerim II - Argos ve Kıtmir

Hiçbir kötü niyetim yoktu. Köpeğim hastalandı, gel birlikte götürüp baktıralım, dedi. Gittim. Ben veterinere gittiğimizi zannediyordum. Şehir merkezine doğru yürürken köpeği kucağına almasıyla bir evin açık kapısından girmesi bir oldu. Peşinden girdim. Kabahat bendeydi; "sen köpeği nerede buldun" diye sorsana önce. Bu herifin köpeği yoktu ki! 

Mahallede adı deliye çıkmıştı. Bana göre deli desen deli değil, akıllı desen hiç değil bir adem oğluydu. Bazen öylesine akıllı laflar ediyordu ki Diyojen duysa kıskanır. Delilik ve akıllılık arasındaki çizginin üzerinde bu kadar dengeli yürümesi bende ona karşı bir saygı oluşturmuştu. Saygının yanı sıra kendimden de bir şeyler buluyordum. Onun kadar olmamakla birlikte benim de deliliklerim vardı. Onun kadar değil diyorum zira onda daimi olan bu durum, bende olaylar karşısında kuruntu, kurgu olarak beliriyor, en ufak bir olayı kafamda büyütüp çok farklı yerlere taşıyor ve kurgularımın tamamen doğru olduğuna kendimi hemen inandırıyordum. Bu gibi durumlarda gerçekle kurguyu karıştırıyor ve bir süre orada takılı kalıyordum. 

İşte bu saygıdan ve deliliğin paylaşılmasından dolayı onu kırmaz, benden bir ricası olduğunda -ki bu rica genellikle bir bardak çay, bir dal sigara, bir masalın kendisine uyarlanarak tekrar anlatılması, bazen de bugün olduğu gibi yapılacak bir işte yardımdı-, onu kırmamak için elimden geleni yapardım. 

Annesiyle birlikte bir göz evde kalıyor, mahallelinin ve belediyenin yardımlarıyla geçiniyordu. Mahalledeyken deli sıfatının getirdiği dokunulmazlıkla her istediğini yapabiliyordu ama şimdi girdimiz ev mahallenin çok dışında, tamamen savunmasız olduğumuz ve yaşanacak olaylar için geçerli bir bahanemizin bulunmadığı bir sahadaydı. 

Evin avlusunda yetişip ne yaptığımızı sordum. Tamam abi geldik, dedi. Yahu nereye geldik, bu nasıl veteriner, diyecek oldum ama köpek kucağında avluyu aştı ve görünürdeki tek kapıdan içeri daldı. 

Odanın içinde mobilya yoktu. Yere bir hasır serilmiş, üzerine minderler konulmuştu. Girişin yanındaki minderlerin tam karşısına, sakallı, cübbeli bir adem oturmuş, önüne rahlesini çekmişti. Hakkı köpeği odanın ortasına çuval gibi bıraktı, köpek bırakıldığı yerde hareketsiz durdu. İki adım geri çekildi ve işaret parmağıyla köpeği göstererek ve gözünü ondan ayırmayarak "bu hasta hocam, bir okumanız lazım" dedi. 

Hakkı hariç, köpek dahil, odadaki herkes neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Hoca gözlerini önce köpeğe, sonra Hakkı'ya sonra da bir yanıt arayışıyla bana çevirdi. Ne oluyor dercesine göz kırkıp, kafasını sağa sola oynattı. Bu harekete verilecek tek yanıtı verdim ve kollarımı hafifçe açıp dudaklarımı büzdüm. Hakkı'nın gözleri köpeğe sabitlenmişti ve işaret parmağıyla hâlâ onu göstermeye devam ediyordu. Hoca gözünü kırpıp duruyordu, benimse kollarım iki yana açık dudaklarım büzüşmüştü. Ortada duran köpeğin etrafa attığı şaşkın bakış da eklendiğinde tam bir orta çağ tablosu oluşturmuştuk. Bu pozisyonda yüzyıllar boyu duracağımızı, insanoğlunun bu tabloyu çözmeye yetecek idrakı bulunmadığından, bir mucize olup da köpek konuşmaya başlamadığı sürece bu gerçeküstü tablonun içine hapsolacağımızı düşündüm. 

Neyse ki hoca dirayetli çıktı ve eliyle minderleri göstererek bizi oturmaya davet etti. Hemen bağdaş kurup oturdum. Hakkı da oturdu. Köpek zaten bırakıldığı pozisyonu hiç bozmamış, gövdesi yerdeki hasırdan hiç ayrılmamıştı. Hakkı köpeğin şikayetlerini anlatıyordu. Ben hasıra dalıp gitmiş, beni buraya sürükleyen hayatımı düşünmekle meşguldüm. Bir an kafamı kaldırdığımda hocanın gözlerini bana diktiğini fark ettim. Hakkı'nın saçma cümlelerine yanıt verirken özellikle bana bakıyor, sanki söylediklerini onaylamamı bekliyordu. Muhtemelen bunu yaparken "aklı başında birine benziyorsun, şu manyağı al git" mesajı veriyor ve benden destek alarak Hakkı'yı başından savuşturmayı hedefliyordu ama ortamın da etkisiyle  benim kuruntu mekanizması çalışmaya başlamıştı.

Bu mekanizmaya göre, hoca aslında, erkenden ağaran ve bakımsızlık yüzünden birbirine geçen saçıma, sakallarıma, giydiğim bol pantolon ve üzerimdeki gri yeleğe bakıyordu. Bu durumda ben de bir hocaydım ve onu çekemeyenler tarafından bir açığı aranmak üzere gönderilmiştim. Sırf bu yüzden bir köpek getirmiştik, onun hayvanlar hakkında sahip olduğu ilmi sorgulayacak, açığını bulur bulmaz da ipini pazara çıkarıp altın adını pul edecektik. Hoca aslında benden tedirgin oluyordu ve bu yüzden her yanıtında gözünü bana dikiyor, onaylanma bekliyordu. Özetle, odadaki tek sağlıklı düşünebilen varlık, hasta diye orta yere bırakılan köpekti. 

İlk başlarda "evet, hocam", "tabii tabii", "şüphesiz ki" diyerek geçiştirdiğim onaylama cümlelerini, kurgunun da etkisiyle uzatmaya başladım. 

- Köpekler insanoğlunun sadık dostlarıdır, evladım Hakkı, Öyle değil mi hocam? 

Öyle değil mi derken elini, avucu yukarı bakacak şekilde bana doğru uzatmış, onaylamam için sözü bana vermişti. Hocam demesinin sebebi de benim aslında kim olduğumu ve oraya niçin gittiğimi anlamış olmasıydı. Planımızı suya düşürmüştü ve "hocam" diye hitap ederek bunu bize bildiriyordu.

- Tabii, tabii. Sen de bilirsin ki hocam Kıtmir Ashab-ı kehfi korumuştur.  Sana bir köpek saldırmaya kalktığında Kıtmir'in selamı var dediğin anda hücum etmekten vazgeçecektir.

Kıtmir'den uzun uzun bahsettim. Çünkü bildiğim tek köpek menkıbesiydi ve en ufak ayrıntısını dahi kullanmalıydım, O andan sonra söz her bana geldiğinde bilgiden yoksun olmadığımı ispatlamak için aklıma gelen bütün meşhur köpek hikayelerini anlatmaya, Odysseus'un köpeği Argos'tan, Hachiko'dan bahsetmeye girişiyordum. Şansıma hoca bu köpeklerin hikayelerini bilmiyordu da foyam ortaya çıkmadı. 

Bir süre sonra olay Hakkı ve köpekten çıkmış, tamamen hocayla benim üstü kapalı mücadeleme dönmüştü. Biz konuşuyorduk, Hakkı ve köpek, bir tenis maçı izler gibi, sözü kim alırsa kafasını ondan yana çevirip dinliyordu. Saatler süren sohbetin ardından, hoca kendini artık ispat ettiğine ve bu zorlu sınavı geçtiğine inanarak "şifayı veren Allah'tır" dedi ve elini hasıra vurarak fişek gibi doğruldu. "Artık gidin" sinyalini almıştık. Hakkı köpeği kucakladı. Ben hocanın ellerini iki elimin arasına aldım, "sınavı geçtin hocam, büyük alimmişsin vesselam" mesajı verir gibi samimiyetle sıktım. 

Tek kelime konuşmadan yürüye yürüye mahalleye döndük. Ben evime, Hakkı da kucağında köpekle evine gitti. Birkaç gün sonra kapı çaldı. Hakkı gelmişti. Bir bardak çay istedi, verdim. Sigara istedi, paket tuttum. Hakkı'nın köpeği Argos'un hikayesini anlatsana, dedi, Ithaka Kralı Hakkı'nın ve sadık köpeği Argos'un maceralarını ballandıra ballandıra anlattım. Veteriner yerine hocaya gittiğimiz o günden sonra köpeği bir daha görmedim. Hakkı'ya da sormadım işin aslını. Kafamdan bir hikaye uydurmak ve uydurduğum hikayeye inanmak daha mantıklı geliyordu böylesi durumlarda.

 




0 yorum:

Yorum Gönder

Acción Poética

Acción Poética

Joyas de America Latina

Joyas de America Latina
santiago Roncagliolo