Latin Amerika Edebiyatından Çeviriler - I (Herodes Kanunu)

yeni serimizde latin amerika edebiyatından bazı örnekleri (genellikle çok uzun olmayan öykü ve hikayeleri) çevirip, blogun müdavimi olan sizlere sunmaya çalışacağım. bu serinin ilk çevirisi meksikalı yazar jorge ibargüengoitia'nın aynı adlı kitabından aldığım la ley de heredos öyküsü olacak. metin ve çeviriyle ilgili eleştirilerinizi/yorumlarınızı sayfanın altındaki yorum bölümüne ekleyebilir veya ispanyolcadefteri@hotmail.com adresine mail yazarak iletebilirsiniz. keyifli okumalar dilerim efendim.

not: bu seriye özel olarak büyük-küçük harf kurallarına uyum göstereceğim.



   
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

                                             HERODES KANUNU

Sarita bana doğru yolu gösteren kişiydi, onu tanımadan önce insanlığın geleceği umurumda değildi. İnsanların eşit olduğunu, verilmesi gereken tek mücadelenin sınıf savaşı olduğunu onun bilinçlendirmesiyle öğrendim, Marx'ı, Engels'i ve Carlos Fuentes'i onun sayesinde okumaya başladım. Peki, bütün bunlar neye yaradı? Doğrusunu söylemek gerekirse, patavatsızlığıyla beni yerleyeksan etmesini sağlamaktan başka hiçbir şeye yaramadı.

Amerika Birleşik Devletlerinde eğitim almak üzere Fundación Katz tarafından verilen bursu neden kabul ettiğimi tekrar tekrar tartışmak istemiyorum. Kabul ettim işte! ABD'nin, insanların sömürüldüğü bir ülke olması veya Fundación Katz'ın, bir kapitalist tarafından (Katz) vergilerden yırtmak için kurulan paravan bir vakıf olması umrumda değil. Burs için başvuru yaptım ve bana burs vermeyi kabul ettiler, üstelik Sarita da bursa başvurdu ve o da kabul edildi. Sonra ne mi oldu?

Doktor muayenesine kadar herhangi bir sorun yoktu...

Hakkımda adil bir yargıya varılmasını istemeseydim bu konuyu hiç açmazdım. Ama adalete ihtiyacım var. Adalet talebim var! Bu yüzden olanları anlatacağım...

Fundación Katz, sadece bir at kadar güçlü insanlara burs veriyor, sağlık kontrolü işini de çok sıkı tutuyordu.  Bu sağlık kontrolünün, FBI tarafından, Meksikalıların özel hayatını araştırmak için kullanılan birçok bahaneden biri olduğunu ben de biliyorum. Lütfen bunu tartışmayalım! Bırakın da hikâyemi anlatayım.

Sağlık kontrolü işini Doktor Philbrick adında biri yapacaktı. Doktor Philbrick, (tabii ki) lüks bir mahalle olan Las Lomas'ta, oldukça güvenli bir evde yaşayan bir yankiydi. Muayene paralıydı, ama bu önemli değildi zira ödemeyi Fundación yapacaktı. Aksanından ve suratındaki ifadeden, Davaya ihanet eden birisi olduğu gün gibi ortada olan hemşire, bana ve Sarita'ya hangi saatte ne kadar magnezyum sülfat almamız gerektiğini anlattıktan sonra ertesi sabah saat dokuzda dışkı ve idrar numunelerimizle muayenehanede olmamızı tembihledi. Nasıl bir utançtır anlatamam! O gece evde boş numune şişelerinin hangisinin hangi numuneyi almak için uygun olduğunu anlayana kadar akla karayı seçtim! Bütün gece uyumayıp, bağırsaklarımın görevini yerine getirmesini bekledim! Sonunda beklenen oldu, aman Tanrım, hem de nasıl! 
(Bir önceki cümlede Tanrım dedim fakat burada okuduğunuz cümle tamamen edebiyat amacıyla yazılmıştır, kişisel inançlarımın bu cümleyle bir bağlantısı bulunmamaktadır.)

Birinci numuneyi aldıktan sonra yatağıma döndüm, sabahın yedisine kadar uyudum ve ikinci numuneyi almak için yataktan çıktım. İnsanın kendi idrarını bir şişenin içinde görmesi garip bir durum; sarı renkli, bulanık bir sıvı (magnezyum sülfat nedeniyle), üstelik şişeyi kapatırken sağa sola birkaç damla dökülmesi de cabası. İçlerinde ne olduğunu meraklı gözlerden saklamak amacıyla şişeleri ayrı ayrı kâğıtlara sardım ve kağıt bir çantaya yerleştirdim.

Kendimi nemli sabahın içine, sokaklara saldım. Otobüse binmek yerine yürümeyi tercih ettim. Göğsüne doğru inen haçı sıkıca kavrayan Aziz Tarsicio figürü misali kendi dışkımın ve idrarımın bulunduğu kâğıt çantayı göğsüme doğru bastırıyor, Modern bir Aziz Tarsicio gibi görünüyordum.
(Burada kullandığım modern kelimesi bir metafor olarak kullanılmıştır, modern insan konsepti hakkında gerçek düşüncelerimle bir bağlantısı bulunmamaktadır.)

La Reforma bulvarından devam edip Diana çeşmesine ulaştım, bir süre Sarita'yı beklemem icap etti, zira numunelerden birini almak konusunda zorluk yaşamıştı. O da tıpkı benim gibi yüzünü buruşturarak ve kağıt bir paketi göğsüne doğru bastırarak geldi.

Tek laf etmeden birbirimize baktık, kapitalist bir organizasyonun tartışmaya açık talepleri nedeniyle insanlık onurumuzun çiğnendiği konusunda hemfikirdik. Bu yetmezmiş gibi, muayenehaneye vardığımızda, Davaya ihanet eden hemşire bizi bir laboratuvara götürdü ve numune şişelerini gözlerimizin önünde, ikimizin tam önünde, sarılı oldukları kâğıtlardan çıkardı ve üzerlerine etiketler yapıştırdı. Ardından, beni Doktor Philbrick'in odasına, Sarita'yı bekleme salonuna aldı.

Doktor Philbrick'in yegâne amacının beni küçümsemek olduğunu en başından beri anlamıştım. İlk olarak, nedendir bilinmez, beni ziraat mühendisi zannetti. Kendimi sosyolojiye adadığım noktasında ne kadar ısrar etsem de bu yargısından vazgeçmedi. Sonra, fiziksel ve akli bakımdan oldukça sağlam olan şahsıma sorulmasına hiç de gerek olmayan bir dizi soruyu ardı ardına sıraladı. Zatürre, paratifoid veya bel soğukluğu olup olmadığımı sormasının amacını bir türlü anlayamadım. 

Verdiğim cevapları Fundación'un kendisine göndermiş olduğu kâğıtların üzerine yazdı. En beteri daha gelmemişti. Kâğıtları elinden bırakmadan ayağa kalktı ve kendisini takip etmemi istedi. İtaat ettim. Karanlık bir koridorda yürümeye başladık, koridorun bir tarafında küçük kabinler vardı. Her kabinin içinde bir sedye ve bazı cihazlar bulunmaktaydı. Kabinlerden birine girdik, perdeyi çekti ve soğuk bir şekilde emretti: 

—Soyunun!

Korkunç şeyler yaşanacağına dair şüphelerim bulunmasına rağmen emre itaat ettim. Kemiklerime diyapazon uygulayarak kafatasımı inceledi; kulaklarımın içine bir alet sokarak içeriyi gözledi; gözlerime ışık tuttu ve göz bebeklerimin hareketlerini takip etti, her işlemin ardından sonuçları kâğıda not ediyordu, kalbimi dinledi, iki yüz defa zıplamamı istedi, ardından tekrar kalbimi dinledi; kesik kesik nefes aldırdı, nefesimi tutturdu ve iki yüz defa daha zıplattı.

Durmadan not alıyordu. Sedyeye uzanmamı emretti, emrini yerine getirdim, fıtık bulabilir miyim acaba diyerek karnımı muayene etti, acımasızca vurdu, bir şey bulamadı; ardından vücudumun en mahrem yerlerine el attı, üzerinde hazine haritası çizilmiş bir parşömeni inceler gibi oramı buramı inceledi. Kâğıda bir şeyler yazdı. Dolabı açtı, biraz pamuk alıp iki parmağına sarmaya başladı. Kendisine hiç güvenmediğimi belli edecek şekilde baktım.

—Masanın üzerine doğru eğilin —dedi.

Bu defa itaat etmedim, bunun yerine pamukla sardığı parmaklarına bakakaldım. Nereye baktığımı görünce açıklama yaptı:

—Rektum bölgenize bakıp ülser muayenesi yapmam gerekiyor.

Korkudan felç geçiriyor gibiydim. Doktor Philbrick, Fundación'un gönderdiği kâğıtları bana gösterdi, kâğıtlarda açık bir şekilde "rektumda ülser muayenesi" yazıyordu; dolaptan bu iş için uygun kauçuk bir kılıf çıkardı ve pamukla kapladığı parmaklarına geçirdi. Artık karar anında olduğumu anlamıştım: ya bursu kaybedecektim ya da başka bir şeyi. Masanın üzerine doğru eğildim.

—Dirseklerinizi masanın üzerine dayayın.

Dirseklerimi masanın üzerine dayadım, ellerimle kulaklarımı kapattım, gözlerimi yumdum ve dişimi sıktım. Doktor Philbrick rektumda ülser bulunmadığından emin olduktan sonra parmaklarına sardığı malzemeleri çöpe attı, kabinden çıkarken seslendi: 

—Giyinin.

Giyindim ve yalpalayarak kabinden çıktım. Koridorda, bir tür önlük giymiş olan Sarita'yla karşılaştım, beni gördüğü zaman (çok kötü görünüyor olsam gerek) bir sorun olup olmadığını sordu.

—Parmağını soktu. Hem de iki parmağını.
—Nereye?
—Sence nereye olabilir acaba?

Böyle bir şeyi itiraf etmem sanırım aptallıktı. Bütün saygınlığımı kaybetmiştim. Zira Sarita, sıra ülser kontrolüne geldiğinde, Doktor Philbrick'i polisi aramakla tehdit etmişti; doktor, burjuvaziye has bir kararsızlık yaşadıktan sonra, rektum muayenesinden vazgeçmiş ve ülser bulunmadığını kabul etmişti. Sarita, yoldaşlığın en temel ilkelerini bir kenara atarak, oradan çıkar çıkmaz, emperyalist yankilerin önünde nasıl eğildiğimi herkese anlatmaya başladı.



Jorge Ibargüengoitia
Meksika





1 yorum:

  1. Zavallı meksikalılar.
    Bu hikayenin orijinalinide ysyınlamanız műmkűnmű

    YanıtlaSil

Acción Poética

Acción Poética

Joyas de America Latina

Joyas de America Latina
Gabriel "Gabo" Marquez